24 Ekim 2007 Çarşamba


"Off ne kadar güzeller, ne kadar değişik yerlerden geliyorlar kim bilir yine?" diye geçirmiş içinden kargacık gökyüzünde gördüğü leylek sürülerine bakarken. En büyük hayali onlarla birlikte uçmak ve çok çok uzaklara yolculuk yapmakmış. Onları seyrederken gökyüzüne dalıp giden kargayı daldığı hayalden, "yine mi sürüleri seyrediyorsun, vazgeçmedin mi hala" diyen mahallenin kabadayı kedisi sarmanın sesi ile irkili vermiş. Cevap vermeye bile gerek görmeden açtığı gibi kuzgun renkli kanatlarını havalanmış yerden ve konmuş gitmiş dut ağacının tepesine. Bir yandan seyrederken diğer yandan atıştırmaya başlamış birer birer beyaz, baldan da tatlı dut tanelerini. "Üzgün gördüm seni" diye seslenmiş dut ağacı kargaya."Nasıl üzgün olmayayım. Kaç mevsim geldi geçti bir türlü şu büyük, kuş sürüsünün peşine takılıp gidemedim uzak diyarlara" demiş bizim ki. "Neden?" diye sormuş ilgiyle ağaç. "Neden olacak, onların yanında benim kadar küçük bir kuş nasıl gitsin uzak diyarlara" demiş karga. "Cesaretin büyüklükle bir ilgisi yoktur diye anlatırdı, yakından tanıdığım Bilge Baykuş" demiş ağaç ve "Yürekten istersen bu dünyada üstesinden gelemeyeceğin hiçbir zorluk yoktur" diye sözlerine devam etmiş. Bu sözler üzerine düşüncelere dalan karga çok teşekkür ederek ayrılmış dut ağacının yanından ve hava iyice karardığı için kuytu bir yerde bulduğu çam ağacının dalları arasına sığınmış ve dalmış tedirgin bir uykuya. Güneşin ilk ışıkları dalların arasından ulaştığı zaman kendine büyük bir kararlıkla açmış gözlerini ve bütün bir yaz çalışmak üzere kanat çırpmış gökyüzüne. Sabahtan akşama kadar sıcak demeden, rüzgar demeden hatta ara ara yağan yaz yağmurlarını kendisini ne kadar ıslattığını fark etmeden oradan oraya uçmuş durmuş kah azında kocaman dal parçaları, kah çöpten bulduğu boş bir süt kutusunu taşıyarak. "Yine ne işler çeviriyor bu böyle" demiş Kabadayı Sarman merakla köpek Çomar'a. "Boşver ilgilenme sen onunla, gel yakalamaca oynayalım" diye cevap vermiş kuyruğunu keyifle sallayarak Çomar. Rüzgarın serin serin esmeye başlamasıyla leylek yuvalarında ki hareketlenmeyi gören Karga "Vakit geliyor " diye düşünmüş. "Yolculuk ne zaman " diye sormuş hemen yakındaki bir leylek yuvasına giderek. "Yarın sabah tan yeri ağarmadan" demiş Baba Leylek. Çok heyecanlanan karga teşekkür bile edemeden ayrılmış yuvanın yanından ve bir çırpıda soluğu dut ağacının yanında almış. "Sava veda etmeye geldim" demiş , "Yarın sabah gidicem". O geceyi dut ağacının dallarının arasında geçirmiş ve sabah leylekleri gökyüzünde gördüğü zaman ok gibi fırlamış yerinden. Onlara yetişmek üzere başlamış hızla kanat çırpmaya. Onlar çıktıkça yukarılara en yukarılara, uzaklara en uzaklara bizimkide çırpmış kanat ve takip etmiş onları gece demeden gündüz demeden. Bir zaman sonra en baştaki leylek gelmiş yanına,bizimki soluk soluğa tabi. "Arkadaşım uzun günlerdir peşimizdesin. Ne yapmak niyetidesin" diye sormuş leylek merakla. "Göçmen kuş olmayabilirim ama sizinle uzaklara yolcukluk yapmak isitiyorum" demiş karga, nefesini kontrol etmeye çalışarak. Onun sesindeki kararlığı fark eden leylek, daha başka birşey söylemeden başıyla onu selamlamış ve tekrar en baştaki yerini almak üzere hızla yanında uzaklaşmış. Kah mola vererek, kah uçarak bazende karga hissetmeden leylekler biraz yavaş uçarak yollarına devam etmişler, taki mola verdiklerinin ertesi sabahı karga kanat çırpamayacak kadar yorgun kalkana kadar. Koşmuş gelmiş en baştaki leylek, bizim kargayı kaldırıp usulcacık yerden yerleştirmiş kanatlarının arasına ve havalanmış gökyüzüne. Hiç bırakmamış onu ulaşmak istedikleri yere varıncaya kadar.

Gelelim bizim dut ağacına. Karganın leylek sürüsüyle beraber havalandığı o sabah sallamış dallarının olanca gücüyle arkadaşının arkasından. Sonra sonbaharın etkisiyle yapraklarının birer birer dökülmesiyle yatıvermiş kış uykusuna ve devam etmiş uyumaya taki birgün "Uyansana arkadaşım bak ben geri geldim, hem de ne hikayelerle" diyen karganın sesini duyana kadar.

19 Ekim 2007 Cuma

AYNA




Bir varmış bir yokmuş çok uzaklardaki dağın bir krallığı varmış. Bu krallığın da dünyalar güzeli bir prensesi varmış. O kadar güzelmiş ki prenses görenler hayran kalır, yürürken yollarını şaşırırlarmış. Prenseste farkındaymış güzelliğinin tabi, bütün gün ve hatta mum ışığı izin verdiği sürece bütün gece elinden aynası düşmez kendini seyreder dururmuş. "Etrafına da biraz seyret" dediği zaman kral babası verdiği cevap "Benden başka seyredilecek güzellik yok ki" olurmuş.

Elinde aynası ile sarayın koridorlarında dolaştığı günlerin birinde yerlerin temizlendiğini fark edemeyen güzel prenses, ayağı kayıp düşüvermiş. Kendisine birşey olmamış olmasına ama elindeki aynası bin parça oluvermiş. Bir ağlamadır tutturmuş güzel prenses, ama nafile masal da olsa bu anlattığım ayna toparlanmamış kendi kendine. Gürültüyü duyan herkes koşmuş gelmiş hemen prensese yardım etmeye. Kaldırıvermişler kırık ayna parçalarının üzerinden. Hemen krala haber verilmiş kızının başına gelenler. Prensesin elindeki ayna dışında ki bütün aynaları ortadan kaldırmış olan kral, kocaman bir oh çektikten sonra, koşmuş kızının yanına onu hala ağlarken yatar bulacağı düşüncesiyle.


Odanın kapısında duraklamış uzunca bir süre, kralda olsa kızını nasıl teselli edeceğini bilemeden. Ama... Ne bir ağlama sesi, ne de bir inleme. Usulca açmış odanın kapısını. O da ne yatağı bomboş prensesin. Bir ürperme hissetmiş kral sırtında, "Nerede olabilir acaba?". Bakmış ki balkon kapısı aralık ve de ölgün sonbahar güneşinin ışığı cılız bir şekilde odayı aydınlatmakta, temkinli adımlarla yaklaşmış ve uzatmış başını usulcacık. Ve işte o an görmüş prensesi bir elinde kuş diğer elinde kelebekle balkon kenarında otururken.

5 Ekim 2007 Cuma

ANNE ve BEBEĞİ

Bir varmış bir yokmuş uzaklarda yaşayan bir anne varmış. En büyük arzusu bu annenin dünyada eşi benzeri görülmemiş bir anne olmakmış. Öyle bir anne ki bebeği için her fedakarlığı yapan; yemeyip yediren, giymeyip giydiren. Uyumadan, bir an bile durmadan bebeğinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan bir anne. " Anne, geler misin?" seslenişini duyduğu zaman, sıcak yatağını bırakıp buz gibi gece karanlığında bebeğinin yanına koşan bir anne. Anneninde ihtiyaçları varmış tabi.. Ağrıyan sırtının ovulması, sızlayan ayaklarının dinlendirilmesi, biraz uyku, biraz kendi kendiyle kalabilmek ve de..... O küçücük kolların kendisine sarılması, yanağa kondurulan kocaman bir öpücük uzaklardaki annenin yorgunluğunu giderebilmesinin en büyük ilacıymış.

Uzaklardaki anne ne olduğunu anlayamadan bebeğinin ihtiyaçları azalmaya başlamış. Daha az çağırır olmuş anneyi. İlk önce okul girmiş hayatlarına ikisinin. Annenin bilemediği bir ortammış burası. "Kabullenmelimiyim küçük bebeğimin büyüdüğünü?" diye düşünmüş anne. Daha erken olduğuna karar vermiş kısa bir tereddütten sonra. "Onun hala bana ihtiyacı var"demiş anne. Bu şekilde ilerlemiş günler, haftalar, aylar, yıllar. Anne erken demiş, küçük bebek biraz daha büyümüş, büyümüş.......

Günlerden birgün "Anne bak bu senin torunun, Melek" demiş küçük bebek ve şaşırmış uzaklardaki anne. "Daha benim kendim için yapacaklarım vardı" derken bir damla yaş süzülmüş gözlerinden...